İyi polisiye iyi edebiyattır
Bir polisiye yazarı olarak hâlâ bazen duyarım o tekinsiz soruyu: Polisiye edebiyat sayılır mı?
Polisiye yazmadan önce farklı türlerde kalem oynatmış bir yazar olarak cevabı rahatlıkla verebilirim: Evet. Hem de nasıl.
Yine de polisiyeyi yüksek edebiyatla aynı hizaya koyma konusunda tereddüt yaşayanlar olduğunu görüyorum. Buradaki kafa karışıklığı, polisiyenin ve suç edebiyatının 21. Yüzyıl’da yaşadığı dönüşümün tadına varamamaktan ve bunun köklerini bilmemekten kaynaklanıyor genellikle.
Polisiye romanların güzergâhının artık “Acaba katil uşak mı?” noktasının çok ötesinde olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor. Belki Agatha Christie ya da Arthur Conan Doyle zamanında öyleydi. Ama o zamanlar bile suçun toplumla ya da sistemle ilişkisini sorgulayan, Raymond Chandler ve Dashiel Hammett gibi Kara Roman yazarları vardı. Bu isimler aynı zamanda dedektifin ve suçlunun psikolojisini de inceliyor, merceklerini suçun doğasına ayarlıyorlardı. O zaman da polisiye sadece polisiye değildi yani.
Asıl dönüşümse 1980’li yıllardan itibaren yaşandı: Maj Sjöwall, Per Wahlöö, Henning Mankell, Andrea Camilleri, Manuel Vasquez Montalban gibi Avrupalı yazarlar sayesinde polisiye yeni bir görev üstlendi: Toplumu ve sistemi eleştirmek. Postmodernizm yüzünden kan kaybeden toplumcu edebiyatın yerini almak. Heybeliada doğumlu Yunan/Ermeni polisiye ustası Petros Markaris, bunun özellikle Akdeniz ülkelerinde kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Mafya-devlet-ticaret üçgeni İtalya, Yunanistan, Türkiye gibi ülkelerde hep benzer şekilde kurulduğu için. Yani artık Agatha Christie gibi bir malikanenin içinde dönen dolaplarla yetinme lüksü yok polisiye yazarının. Büyütecini insanın doğayla, toplumla ve kendisiyle olan ilişkisine de mutlaka çevirecek!
Bizim edebiyatımızda polisiye uzun zaman Kemal Tahir, Peyami Safa, Necip Fazıl Kısakürek gibi saygın yazarların ekmek parası uğruna, takma isimle verdikleri bir emek oldu. Genellikle matbaaya yetiştirmek acelesiyle ve yabancı romanları taklit ederek gazetelere tefrikalar yazdılar. Yerli polisiyenin özgünleşip kendine saygın bir alan açması Ahmet Ümit ve Celil Oker’in romanlarıyla başlıyor. O günden bugüne suç edebiyatını ciddiye alan, iyi polisiyenin iyi edebiyat olduğunun farkında bir yazar ve okur nesli yetişti. Yetişmeye de devam ediyor.
Bu satırların yazarı da kaleme aldığı Başkomiser Perihan Uygur polisiyeleriyle kendini Celil Oker ve Ahmet Ümit çizgisine dahil görüyor. Polisiyeden önce yazdığı on romanda edindiği deneyimin polisiye yazarken işine yaradığını görüp seviniyor. Polisiye edebiyatsa diğer türlerle kaynaşarak, psikoloji, sosyoloji, kriminoloji gibi bilimlerden de yararlanarak giderek genleşiyor. Öyle ya: Suçun küreselleştiği, ekonomilerin kara para aklama üzerine kurulduğu günümüzü en iyi polisiye anlatmayacak da kim anlatacak?
Sözün özü: İyi polisiye her zaman iyi edebiyattır. Diğer edebiyat türlerine vereceği çok ilham, onlardan alacağı çok fikir var. Edebiyatta gelişim ve sentez günümüzde bu şekilde ilerliyor. İpuçları bulundukça parçalar yerine oturuyor. Gizem yavaş yavaş aydınlanıyor. Yazarken de okurken de.
Yanıtlar