Yaşadığı Yere Çekenler
“İnsan yaşadığı yere benzer…” demiş Edip Cansever. “O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer…”
Sadece suya ve toprağa mı? Yaşadığı yerin mimarisine, şehir planlamasına, evlerinin tasarımına, mobilyasına, kaldırımlarının yüksekliğine, caddelerin hafızasına, asansörlerinin kokusuna da benzer insan.
İstanbul’da yaşıyorsanız fütürist gökdelenlere, Fikirtepe’deki beton yığınlarına, Boğaz kıyısı yalılarına, Bağdat Caddesi’nin patenci kızlarına ve Nişantaşı vitrinlerine hayran Arap turistlere de benzersiniz. Camilere, kiliselere, sinagoglara ve hepsinin Kurtuluş’taki mezarlıklarına benzediğiniz kadar.
Maslak’taki finans kulelerine ve Salacak’taki Kız Kulesi’ne benzersiniz. Galata Kulesi’yle imkânsız aşkına, Bizans surlarına, sahte markalı saat satan Afrikalı gençlere... Listemiz uzar gider.
Mahir Karayazı’nın “Mekânsız” belgeseli için sorularını yanıtlarken düşündüm bunları. Cansever’in dizesinden yola çıkarak yazar-mekân ilişkisini kurcalıyor Karayazı. “Şehrin gasp ettiği adam: Küçük İskender” diye bir bölüm var. Küçük İskender’in yaşadığı yerle ilişkisi bilmiyorum daha iyi nasıl anlatılabilir.
Ercan Kesal hem oyunculuk hem de yazarlık öyküsünü doğup büyüdüğü Avanos’un büyülü topraklarında anlatıyor. Avanos ünlü çömlekleri gibi yoğurmuş sanatçıyı.
Hayatı Büyükelçi babasından dolayı o ülke senin bu şehir benim savrularak geçen Pelin Batu hem bütün o coğrafyalarla benzerliklerinden hem de ayrıştığı konumlardan bahsediyor.
Ahmet Telli kendi Ankara’sını anlatıyor. Gençliğinden zamanlardan bugünün kültürel iklimine kadar. İzlerken görüyorsunuz ki Cemal Süreya’nın “İyi kalpli üvey ana” saydığı Ankara aynı zamanda büyük şairin beşiğini sallayandır.
Bendeniz iki coğrafya arasında kararsız kaldım. Sonunda ikisini harmanlamaya karar verdik. Bir doğduğum ve çocukluğumu yaşadığım Eskişehir, diğeri gençliğimi emanet ettiğim Beyoğlu. Hem Eskişehir’in köprülerinde hem de Beyoğlu’nun tramvayında buldum genlerimi. Düşünmediğim şeyleri düşünür, söylemediğim şeyleri ifade ederken.
Küçük bir kısım da Ankara’nın Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki plakçı dükkânında tezgâhtarlık yaptığım günlerde kaldı. İtinayla karışık kaset çeken, hayatın anlamını Fikret Kızılok ve Bad Company şarkılarında arayan o sıska çocukta. O pasaja, Porsuk Çayı üzerindeki o köprülere ve Beyoğlu’nun arka sokaklarına çekmiştim. İnsan yaşadığı yerin karışık kasetlerine benziyordu. Farklı tellerden çalıyordu hepsi içimizde.
Mahir Karayazı’nın belgesellerini YouTube’da “Mekânsız” başlığı altında bulabilirsiniz. Bu satırın yazarının katıldığı bölümün yayın tarihini de Tunaloji’de paylaşacağım. Bu arada düşünün, siz hangi mekânlara benziyor, hangi genleri taşıyorsunuz.
Tuna
İstanbul / Ağustos 2024
Yanıtlar