Yazarlık: Orta malını satmak
Yazarlığın zor yanlarından biri de toplumun “orta malı” yazıyla yapılan bir iş olması.
İlkokulu bitirmiş herkesin elinden gelen bir şey yazmak. O zaman neden yalnızca bazı isimler “yazar” payesini alıyor, hatta bu işten para ve ün kazanıyor? Ne hakları var orta malını boyayıp bize satmaya?
Yazmak pratikte enstrüman çalmak ya da futbol oynamak gibi bir eylem değil. Özel yetenek gerektirmiyor. Kara cahilimiz bile telefonda mesaj ya da sosyal medyada yorum yazabiliyor. Eline kitap almamış ev hanımı alışveriş listesi yapabiliyor. Orhan Pamuk’un ya da Yaşar Kemal’in adını duymamış “influencer” kızımız, Instagram sayfasında hayatını yaza yaza bitiremiyor.
İnternetten önce de orta malıydı insanlığın yazı. İyi kötü mektup yazardı herkes. Telgraf, reçete, ferman ya da arzuhal yazılırdı.
Çetin Altan “Türkler anadillerinin yazı boyutundan kopuk bir millettir” demişti ya; internetten, hele sosyal medyadan sonra yazı boyutuyla yeni ve kaotik bir ilişki kurdu insanımız. Dilbilgisi ya da imla umursanmıyor. Kullanılan orta malı ne de olsa.
Bu yüzden yazarlara had bildirmek kalabalığa kolay geliyor. Sonuçta harfleri yan yana dizmek iş değil. Latife Tekin’in Ekşi Sözlük’teki bir mahlastan daha “iyi” yazdığını kanıtlayacak nesnel ölçütlerimiz yok. Hiçbir şey yaratmamış birisi bile, eserleriyle koca bir dünya yaratmış yazarın kitabına “olmamış” diyebiliyor. Buna hakkının olduğuna emin; çünkü o da yazabiliyor.
Konu müzik olunca aynı şey yaşanmıyor. Piyano, flüt ya da gitar orta malı değil. Çalabilen var çalamayan var. İyi çalan var kötü çalan var. Sesi güzel olan var kötü olan var. Farkı herkes görebilir. Fazıl Say ya da Yavuz Çetin’e “çalamıyor” diyeni çocuklar bile deli yerine koyar. Aynı avantaj heykel, tiyatro, dans ya da resim sanatları için de farklı ölçülerde geçerli. En saçma modern sanat eserine bakarken bile “olmamış” demeye çekinmiyor muyuz?
O zaman yazarları pervasızca eleştirme cesareti nereden geliyor?
“Ben de okuma yazmam var, neden o yazar sayılıyor da ben sayılmıyorum?” diye düşünüyor sosyal medyada “kalem oynatan” kimileri. Bunu haksızlık sayıyor. Bilmiyor yazarı yazar yapanın ne olduğunu. Ömrü yazıya adama ve bedelini ödeme kararının yakıcılığını. Orta malını alıp onunla kişisel ve eşsiz bir algı derinliği yaratmanın zorluğunu. Bizimki gibi ülkelerde yazarlığı seçmenin o bildik tehlikesini.
“İnsan ancak öldüğü zaman yazar olur” demiş Efraim Kişon. Çileli yaşamı trajik bir şekilde son bulmuş Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” romanı da Kişon’u doğrulamak istercesine, her yıl yüzbinlerce satıyor. Kimin gerçekten yazar olduğunu, adına “zaman” dediğimiz o tek nesnel ölçüt belirliyor. Sel gidince kum kalıyor. Yazara da orta malıyla iş yapmanın bedelini soluk aldığı sürece ödemek düşüyor.
Yanıtlar